23 Ağustos 2017 Çarşamba

Önemli Olan: Ne Söylediğin Değil Nereden Söylediğin

Her sancı yeni bir doğumun müjdecisidir. Fikirlerin, düşüncelerin doğuşu da fikir sahibi için sancılıdır. Bu sancıyı çekmeden konuşanlar için söylenen "Ağzı olan konuşuyor" değimi meseleyi izahta yeter derecede öneme sahiptir. Konuşurken durduğumuz yere iyi bakmalıyız.

Fransız iç savaşında Rousseau'nun, İngiliz İç Savaşında Hobbes'un, Alman parçalanmasında Hegel'in, Kantn'ın, Osmanlının parçalanmasında Mustafa Kemal'in ortaya çıktığı gibi toplumların bunalımlı dönemlerinde yeni bir bakış açısına sahip insanlar ortaya çıkacaktır. Bu bakış açısına sahip insanların hepsi söylemeden önce nereden söyleyeceklerine karar vermiş, duruşlarını ortaya koyduktan sonra söyleyeceklerini söylemişlerdir.

Ülkemizde var olan sorunlar ile yüzleşme ve bu sorunların sebebi olan kurum ve kişiler ile hesaplaşmaya girişirken durduğumuz yere iyi bakmak lazımdır. Bir insan olayları sadece kendi içinde yaşıyorsa ve nerede durduğunun farkında değilse, başka bir şeyden anlamaz ve sorunların çözümüne bir katkıda bulunmaz. Bilakis kendisi sorun olabilir.

 Atacağın nutuk için gereken kelimeleri özenle arayacağına önce nerede durman gerektiğini anla. Duruş sahibi olmadan söylenecek her söz, yapılacak her eylem taka tukaları taka tukacıya götürüp takatukalatmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Ben taka tukacı değilim:

Hiç bir zaman duruşunu arayan bir insan olmadım. Durduğum yer hep belliydi. Kendimden hiç bir zaman şüphe etmedim, dolayısı ile hiç bir zaman da suçluluk hissetmedim. Ben buyum böyle olmaktan da memnunum. Kimseyi dışlamak niyetinde değilim. Ama her hangi bir kimsenin, beni dışlaması karşısında kendimi ispat etme durumda da değilim. Söyleyecek bir şeyim var. Ve bunu söyleyecek teorik arka planım da, tarihi zeminim de var.

Bu teorik arka planın ve tarihi zeminin ışığında şimdiye kadar söylediklerimden ve gelecekte söyleyeceklerimden muhatabı dışındakilerden başka kimse alınmasın. Ama doğru bildiğimi bana yanlış olduğu ispatlanıncaya kadar söylemeye devam edeceğim...

22 Ekim 2013 - 19:13:19 

Olaylara Fransız Kalmak

1789 Fransız İhtilali'nin ruhunu oluştıran özgürlük kavramı olaylara Fransız olarak bakan siyasetciler yüzünden ayaklar altında çiğnenmiştir.

Fransa Meclisi genel kurulu tarafında (22 Aralık 2011 ) kabul edilen''1915 olaylarıyla ilgili Ermeni iddialarının reddinin suç sayılması''nı öngören,Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin seçim kaygısıyla desteklediği bilinen yasa teklifi,Fransa Senatosu'nda 86'ya karşı 127 oyla kabul edildi.(23.01.2012) Böylece Fransa'da"Demokrasi ve İnsan Hakları" tarihi tersine dönmeye başladı.

"Bu seçim kaygısıyla hazırlanmış bir yasa teklifi" diyen Fransız Senatör Jacques Mezard "Fransa'da seçimler öncesi bazı milletvekilleri Ermeni vatandaşlarımıza yaranmak için böyle bir yola gitti" demekte. Anlaşılacağı gibi olay tamamen siyasi oya tahvil edilmiş. Yani siyasi çıkar için, yeniden seçilebilmek için koskoca bir devletin tüm siyasi, ekonomik, stratejik çıkarları çöpe atılmış kimin umurunda. Bu Fransız siyasetçilerinin ne derece ufuklarının dar olduklarını gösteren bir olgudur.

BU KARAR NE ANLAM İFADE ETMEKTE?

İktidardaki Halk Hareketi Birliği (UMP) Marsilya milletvekili Valerie Boyer tarafından hazırlanarak meclise sunulan, önce 22.12.2011 tarihinde genel kurulda sonra 23.01.2012 tarihinde senatoda kabul edilen yasa teklifinde, “Kanunlar tarafından tanınan soykırımların inkârı yasaklanır” ifadesi yer alıyor.  Fransa Parlamentosu, 2001 yılında, “Fransa, 1915'deki Ermeni soykırımını tanır” ifadesi bulunan bir yasayı onaylamıştı. Yürürlüğe girmesi için Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin imzası ve resmi gazetede yayımlanması gereken yasa, iki maddeden oluşuyor. Yasanın ilk maddesinde, “soykırımı aşağılayarak ve küçük göstererek karşı çıkmanın” suç sayılacağı belirtiliyor. Yasa teklifine göre, suçlanan kişiler hakkında 1 yıl hapis cezası ve 45 bin avro para cezası istenebilecek. Meclis ve Senatoda 60 senatör ve milletvekilinin yasa teklifine itiraz edip, anayasa mahkemesine gitmesi halinde, yasa teklifinin Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmesi gündeme gelebilecek.

Fransa’nın yaptığı bu tarz davranışlar için dilimizde güzel bir söz vardır:
''Kendi gözündeki merteği görmez başkasının gözündeki çapağı görür...''
Fransa başta olmak üzere tüm Avrupa ülkeleri önce şöyle bir dönüp kendi tarihlerine bir baksınlar...
Bakalım ne görecekler?
Biz sadece Fransa'nın yaptıklarını biraz hatırlatalım.

İŞTE FRANSA’NIN KANLI TARİHİ

"Fransa'nın tarihinde soykırım (Toplu insan katliamı) yaptığı ülkelerden bazıları şunlardır:
Cezayir, Ruanda, Vietnam, Benin, Burkina-Faso, Cibuti, Çad, Gabon, Gine, Kamerun, Komor adaları, Moritanya, Nijer, Senegal, Tunus, Haiti, Nabibya, Fildişi Sahili, Madagaskar vs.
-Cezayir: 8 yılda Fransa tarafından Katliama uğrayan insan sayısı: 1,5 milyon
Ruanda: 100 günde Fransa tarafından (Hutileri kışkırtarak)katliama uğrayan insan sayısı: 1,4 milyon
-Vietnam: 8 yılda Fransa tarafından katliama uğrayan insan sayısı: 1,1 milyon
-Madagaskar: 3 yılda Fransa tarafından katliama uğrayan insan sayısı: 30 bin
*Kaynaklar: National Geografic(Ocak 2006) Ruanda Araştırma Komitesi Financial Times Gazetesi ve diğer kaynaklar...

FRANSA TARİHİ İLE ÇELİŞİYOR

Bu Fransa gerçekten çok zavallı!
Politik menfaatler için tarihi gerçeklerden nasılda yüz çeviriyor. Önce dönüp tarihte kendi yaptığı katliamlara bir baksın. Katliam yaptığı uluslardan özür dilesin... Birde ''1789 Fransız İhtilâl’inin ruhu şimdilerde niye ayaklar altına düştü?''sorusunu kendine bir sorsun.
Aşağı yukarı bütün tarih ders kitaplarında, vatandaşlık ders kitabında ve ''insan haklarının gelişimi'' konularını inceleyen tüm kitaplarda 1789 Fransız İhtilâli, ''insan hakları ve demokrasinin gelişimi'' başlığı altında ele alınır ve ''çok önemlidir''notu düşülür.
Şimdi gelinen noktada Fransa, düşünce özgürlüğüne darbe vuran ülke kategorisinde ele alınacaktır.

TABANSAL BOYKOT NE DERECE ETKİLİDİR?

Toplumsal tabana yayılacak bir ticari boykot, evet Fransız ekonomisine zarar verebilir. Ancak, Fransa’ya zarar verilecek düşüncesi ile o firmalarda çalışan binlerce Türk emekçisi de zarar görebilir. Ayrıca kısa vadede bu tarz protestoların sonuç getirmediğini olayı çok iyi inceleyen biri olarak gözlemlediğimi, bizzat olaya öncülük edenlerin sonradan ''ne yapalım mecbur kaldım, boykotu delmeye''diyerek işin içinden sıyrıldıklarını... Vs.

Arap ve Uzak Doğu sermayesine düne kadar ‘burun kıvırarak’ bakıp, Avrupa ile ilişkilerde uzun vadede doğabilecek sıkıntıları göz ardı ederek yıllardır inanılmaz boyutlarda ekonomik ilişki kuranların binlerce emekçinin istihdam edildiği sektörlere karşı, ilişkiler bozulunca yapılacak bir boykotun zararı iki ucu keskin bıçak gibi her iki tarafa da olacaktır. Türkiye'de bir zamanlar yaşanan 'OYAK' gerçeğini bir düşünmek lazım.
Evet, elbet bundan sonra daha hassas davranılacaktır Fransız mallarına karşı ve belki zaman içerisinde gerekli önlemleri alarak defedilecektir Fransız kökenli şirketler. Lakin bunlar uzun vadede devlet politikası şeklinde olmalıdır. Devletimiz gerekli alt yapıyı hazırladıktan sonra bu boykot tam manası ile vatandaşa yayılmalıdır. Alt yapı hazırlanmadan hızlı bir şekilde tabana yayılan bir boykottan Türk emekçisi büyük zarar görür.

O nedenle, Fransa’ya boykotu önce devletimiz yapmalıdır(ki başbakanımız alınacak önlemleri açıkladı).Şu an için Biz’lerin yapacağı en büyük faydalı iş, Fransız katliamları konusunda herkes bilgilenmeli, bilinçlenmeli ve her ortamda bu konu gündeme getirilmelidir.

25  Ocak  2012 - 14:53:50 

http://www.tarakliajans.com/?NetPaper.ANKAmedya=NEWS&NEWS_CODE=8386&HABER=olaylara-fransiz-kalmak

Düştüm Benim Elimi Sen Tut

Ey Şeyh! El tutmak senin işin değil, yürü! Ben sayıya geleceklerden değilim, çekil! Ey kendisinden başka bir var olmayan, ey herkesin feryadına ancak kendisi yetişen, benim imdadıma sen yetiş! Düştüm, benim elimi sen tut.”

Dünya’da mekân ahrette iman sözünün bir neticesi mi olsa gerek yeryüzündeki bütün mekânların makamına sahip olma hırsı. Hırs kontrol altında tutulduktan sonra faydalıdır zaman zaman lakin hırsın yanında makamın liyakatine yakışır bir karakter yoksa Hisar Muhafızı’nın dediği gibi yumak oluverir o makam sahibi. Yumağı hareket ettiren el'den habersizce, makamın meşguliyetlerinin neşeli bir oyuna dönüşmesi ile avunur, bir o tarafa bir bu tarafa yuvarlanıverir. Oysa ilelebet makamın sahibi belli. Diğer tüm makamların sahipleri ise neden yaratıldığı belli olan mekânda muz kabuğu ile ayağın birleşme zamanına kadar daimler.
Bir de muvakkat mekânların makamlarına sahip olanların makamın verdiği müşkül ile âlicenaplık yapmalarına bayılıyorum inanın. Kâinatta var olan her şeyi yaratan, koruyucu olan, tek, yüce ve üstün varlığı makamları da yaratan, koruyan ve gerektiği zaman yukarıda bahis ettiğim muz kabuğu ile ayağın birleşme zamanını ayarlayan varlık şeyh makamında bile olsan bir sarhoş ile verir dersini.
 Ferudüddin Attar’ın Mantiku’t Tayr adlı eserinde söyle bir hikâye ile durumu izah etmeye çalışayım. Tekkeye gelen sarhoş ağlayıp sızlayıp ortalığı karıştırır, sonunda tekkenin duvar dibinde sızıp kalır. Tekkenin Şeyhi sarhoşun yanına gelir ve “Neden ağlıyorsun? Elini bana ver kalk!” der. Bu Dünya mekânında sarhoşluk dışında hiçbir makamı olmayan zelil insanın verdiği cevap ise müthiştir: “Ey Şeyh! Allah sana yardım etsin; elden tutmak senin harcın değil! Sen başını alıp git! Baş aşağı yıkılmak benim payıma düştü! Eğer herkes düşkünlerin elini tutabilseydi, karınca yiğitlik mertebesinin başköşesine oturtulurdu. El tutmak senin işin değil, yürü! Ben sayıya geleceklerden değilim, çekil! Ey kendisinden başka bir var olmayan, ey herkesin feryadına ancak kendisi yetişen, benim imdadıma sen yetiş! Düştüm, benim elimi sen tut.
Şeyh de olsa kapıya gelenin makamın sırrına değil mekânın esrarına geldiğinin farkında olmayan makam sahiplerinin tüm mekânların ve makamların gerçek sahibinin kim olduğunu unutmaması muz kabuğu ile karşılaştıkları zamanki düşüşlerinin nereye olacağını ayarlayabilmeleri açısından önemlidir. Makam sahibinden bir çıkarı beklentisi olmayan kişilerin ise, sarhoş bile olsa, söylediklerine kulak vermek, karşında makamını payanda olarak kullananların söylemediklerini anlama açısından ayrı bir önem arz ediyor.
Biz söyledik payanda olmadan her kalbe bir söz / kim duydu beni melekler katından bilmem / Söz gümüşse sukut altındır dersen sen tut dilini sukut ol derim sana / ipse meramın, çek kapıyı kadı ol İstanbul’a.
21 Aralık 2011 - 13:17:48
İsyan Kültürü

İsyan kültürü üzerine bir not:

Son günlerde ülke gündeminde bir katliam meselesi tartışılıp duruyor. Bu kadar insan öldürüldü, şu kadar bomba atıldı deniyor. Bende diyorum ki:

Katliamı sadece bedeni yaşantılara son vermek olarak görmemek lazım. Asıl katliam zihinlerde, fikirlerde yapılıyor. Farklı düşünceye,  yaşantıya, inanışa gösterilmeyen tahammül en büyük katliam. Ve bedenlerin ortadan kaldırılmasının da sebebi. Asıl katliamı canileşmiş fikirler yapıyor. Bu ülkede mesele o, bu, şu meselesi değil zaten. Ötekileştirme meselesi. Sistemin onla, bunla meselesi yok kendi kurduğu düzeni benimsemeyen herkes ile meselesi var.
Ya çözüm:
Sorunun çözümü isyankâr olmakta değil isyan kültürüne sahip olmakta, bunun bir hak olduğunu bilmek gerekiyor. Devlete değil yapılana ve yapana isyan etmek bu kültürün bir neticesi.

Maç Bahane Muhabbet Şahane


-----------------------------------------------------------------------------------
Bir kahvenin kırk yıl hatırı varmış, lakin hatırın bir kahve kadar değeri var mı?..
Kahveyi dağıtmak değil, oturup karşılıklı içmektir asıl olan. Kahve menfaat icabı değil, dostluk, arkadaşlık icabı yapılan bir ikramdır. O yüzden pazara kadar hatırı olan değil, kırk yıl hatırı olan kahveyi içmek lazım. Menfaat için arkadaşlığını satan ile değil, dostluğa dostluk katan ile içmek lazım.
-----------------------------------------------------------------------------------
Uzun yıllar oldu çocukluğumun Arka-Daş-lığı ile terimizin birbirine karıştığı günlerin hayal mi gerçek mi bir halde tekrar var olması bu mahalde. Ne güzel...
Arkadaş diyebilmek.. Arkadaş diye bilmek.. İkisi çok ayrı şeyler...
Aslında bu yaşlar (Veteran yaşları  Arka-Daş-lık üzerine daha derin düşünebileceğimiz zihin olgunluğu açısından kemale vardığımız yaşlar olması hasebiyle bizler için bir fırsat oluşturmakta. "Can çıkar huy çıkmaz" sözünün tezahürünü görsek de, özellikle maç esnasında, yaşın verdiği olgunluk örtüyor her şeyin üzerini. Eksiklere rağmen Arka-Daş-larımla birlikte olmak ayrı bir keyif benim için. Ve gördüğüm kadarıyla herkes de aynı keyfi yaşıyor. Futbol bir araya getiren aslında "Maç bahane Muhabbet şahane" dedirten bir araç oldu bizler için.
Kahveyle başladık, kahveyle bitirelim 
Dostla içilen kahve neşedir.. Kahkahalar köpüklerin üzerinde yüzer.
Dün akşam ki kahvemizi pişiren Ürcan Takak'a, ikram eden Orta Doğu ve Balkanların en iyi çiğ köftecisi Bülent Akdemir' e emekleri için selam olsun......
&
Ayrıca maç esnasında yerde sürünmekten top oynayamayan Murat Polat'a, bitmek tükenmek bilmeyen enerjileri ile Süleyman Bitkay ve Halim Köroğlu'na, birlikte Pendik Spor'da da top koşturduğum Abdurrahim Caferoğlu'na, Süper Liğ gol krallığının en büyük adayı adam gibi adam Gökhan Yıldırım'a, tekniğini her daim konuşturan Bulent Kotanci'ya, bu hafta oynamasa da yanımızda olan Bektaş Balcı'ya, son dakika da olsa meclisimize katılan Murat Yuksel'e, Osman Demir kardeşimize ve mahallemizin Diyanet İşleri Başkanı Sayın Adnan Bilgili Hocamız'a SELAM olsun....


Yiğitler Çıktı Meydane

Şu tarih içinde onca arkadaş vardır,
Hepsi efsane yiğit,hepsi şanlı destan.
Akdemirlerin lideri Bülent Han,
Vatana ve millete kurban gidenlerden.
İslama gönül veren Adnan Hocamız da var,
Göleli Yıldırım Bey' e sahalar geldi dar.
Aman mutlaka Kotancı' yı da say,
Ününü her tarafa yay.
Muratlar sürekli şut atarlar,
Ayda yılda bir maç yaparlar.
Buzlu steplere sürgün oldu Köroğlu,
Yinede kopmadı arkadaşlarından ne oldu?
Mahalleden Muratlar, Bektaşlar, Orhanlar,
Arkadaşlarından uzak yaşayamazlar.
Çamlık'a,Şeyhli'ye, Kurtköy'e gitse de yolları
Bu mahallenin neslinden soyları.
Süleyman'ım selam Mustafa'ya,
Söyle artık dönsün sahalara.
Hatırla dalar giderdik hep vahalara,
Çıktık artık yine meydanlara.


25 Şubat 2015 Çarşamba

Güdük Siyaset

Sözlerim muhatabı dışındakilere dokunmasın, herkes üzerine alınmasın fakat, şöyle bir durum söz konusu. Mahallemizin içinde bulunduğu durumdan ( ilginçtir ki, bazıları bun durumun farkında değilya da giderek bir öznenin menfaati üzerinden hareket ediyorlar. ) çok daha kötü durumlara doğru gidiyor.

Mahalle sakinleri her koyun kendi bacağından asılır mantığıyla hareket ettiklerinden öznelerin birlikteliği ile oluşabilecek sinerjiden bir haberler veya haberleri var ama işlerine geldiği gibi davranıyorlar. Bu durum maalesef mahallemize yönelik güdük politikaların uygulanabilirliğini kolaylaştırıyor. Mahallemizi giderek yaşanılabilir bir ortam olmaktan uzaklaştıran bu politikaların uygulayıcı ve savunucularına gereken tepkiyi ve dersi vermek için önümüzde büyük bir fırsat var:

S E Ç İ M L E R….

Siyasetçiler genellikle halkın ensesine attıkları tokat ile yükselirler. Halkın ise siyasetçileri tokatlayacağı tek alan ise SEÇİM SANDIĞI dır. Tüm kızgınlıklarımızı havuz suyu ile soğutmalarına, sorunları dile getirmek istediğinizde kahvaltı programları ile ağzınıza çalınan bir parmak bala kanıp her şeyi unutacak mıyız? Bakın mahalleye halı saha yaptık, okul yaptırdık daha ne olsun sözleri ile uyutulup, layık olduğumuz insanca yaşam şartlarını rüyamızda görmeye mahkûm edilişimize eyvallah mı diyeceğiz. Çocuklarımızın bizden esirgedikleri imar izni ile kurulan fabrikalar arasında kalmış bedenlerini bu mengeneden kurtarmayacak mıyız?

HAYIR!!!

Çünkü; bu mahallede fabrikaya izin var ama konuta izin yok. Kimse bana ne yapalım devlet öyle takdir etmiş demesin. Millete rağmen devlet anlayışı ile her iki kavramın birbirini tamamlayıcı özelliğini bir taraf lehine çevirmeye yönelik çabaların millette infiale neden olması kaçınılmazdır. Eğer bir taraf lehine bir durum söz konusu ise bu mutlaka milletin tarafı olmalıdır. Devlet olmadan millet olur ama millet olmadan devlet olmaz. Öyleyse önce milletin menfaati düşünülmelidir. Uyanık ol ey millet!! Birlik ol!!! Ya da yok ol…..

Bu mahalle ne zaman adam olur?

Güdük siyasetçilerin, güdük siyasetlerinin peşinden gitmeyi bırakıp birlik, beraberlik içinde mahalle menfaatlerinin peşinden gitmeye başladığı zaman adam olur.

Önemli Olan: Ne Söylediğin Değil Nereden Söylediğin

Her sancı yeni bir doğumun müjdecisidir. Fikirlerin, düşüncelerin doğuşu da fikir sahibi için sancılıdır. Bu sancıyı çekmeden konuşanlar iç...